22 Ekim 2011 Cumartesi

Bilinmeyen

Pek rahat ve sıcak olmayan kanepeden kalkıp saate baktı, şafağa az kalmıştı. Elini bir iniltiyle orasına götürüp, kıvranarak pencere kenarına yaklaştı. Kış böyle gelmesini istemediği halde bastırmıştı şehrin üstüne. Rüzgarın uğultusundan fırsat bulabilirse, ağaçların esip gürlemesini dinlemeyi seviyordu. Ellerini soğuk cama dayayıp ağrının dinmesini umdu. Gözlerini kapadı, yaprakların sesine odaklandı..
Bilmemek korkunçtu. İnsanoğlu zaten günlerin neler doğuracağını bilmeden yaşamak zorundayken, kendinden neler doğacağını düşünmek ayrı bir eziyetti. Şu anda gerçekliğinden emin olduğu tek şey, iyi ısınamayan bir evin ortasında kıvrandırtan ağrıydı, ve vücudumuz sinsice anı saklardı eklemlerimize, yani ağrıdan kaçamadığı gibi, anılardan da kaçamazdı. Salondan terliklerini sürüye sürüye ilerleyip banyoya girdi. İşedi, rahatlayamadı,inledi. Banyonun etrafına astığı küçük kağıtlar bir bir düşüyordu nemden. Ege'de karanlık bir koyun ortasında keyifle isyanını dinlediği ağaçlar, göğsünde dallanıp budaklanıyor, kollarında, boynunda çatırdıyordu. Sahil hatırladığı kadar tatlı bir serinliğe sahip değildi artık, soğuk sırtını ağrıtıyordu.

Tam banyodan çıkacakken durdu. Büyüyor muydu, yoksa kandırıyor muydu günlerdir onu? Bakmayı unutmuştu. Geri döndü, baktı.Bacakları titredi. Kalkıp dolabı açmayai paketi aramaya gücünün kalmadığını hissetti. Banyodan çıktı, yatağa girdi, göğsünde inat eden nefesini bırakıp ağlamaya başladı.Ağacın dalları usulca geri çekildi,hıçkırıklarla bir titredi.Ağlamak adettendi veda ederken.